Sual: Bir âlime veya mürşid-i kâmile tâbi olmak, körü körüne itaat etmek, hür düşünceyi engellemek olur mu?
CEVAP
Eski devirlerde yaşamış, mürşid-i kâmil denilen zatlar, sıradan kimseler değildi. Basiretleri açık, selim akıl sahibi kimselerdi. Mürşide tâbi olan insanın aklı ve ilmi, hocasının aklı ve ilmiyle kıyas kabul etmezdi.
Akıl göz, İslamiyet ise ışık gibidir. Işık olmayınca göz görmediği gibi, aklımız almasa da, İslamiyet’in bildirdiklerini hiç şüphe etmeden kabul etmek gerekir. Allahü teâlâ, koca karı imanı gibi inanan akıllı Müslümanları övüyor. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(O müttekiler, gayba inanırlar.) [Bekara 3]
Yani Allah’tan korkup günahtan sakınan Müslümanlar, görmeden ve tecrübe etmeden Resulullah’ın bildirdiklerine inanırlar. Demek ki akıllı Müslüman, hocaların hocası olan Resulullah’a kayıtsız şartsız inanan, (O söylediyse doğrudur) diyen kimsedir. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Allahü teâlâ, hayrı murat edilen kulun kalb gözünü açar, o kul da gayba inanır.) [Deylemi]
Basireti yani kalb gözü açılınca, gayba [görmediğine], güvendiği zatların sözüne inanıyor. Bunun en meşhur örneği, Mirac olayı üzerine, hiç aklını kullanmadan, (O söylemişse doğrudur) diyen ve Sıddık ismini alan Hazret-i Ebu Bekir’dir. Allahü teâlâ, onu Zümer suresinin 33. âyetinde mealen, (Doğru haber veren ve Resulullah’ı tasdik eden) diye övüyor. (Menakıb-ı Çihar Yar-i Güzin)
Aklı bırakmak demek, haddini bilmek demektir. Aklın her şeyi bilemeyeceğini ve bilenlere tâbi olmak gerektiğini anlamak demektir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Dini hükümleri kendi aklıyla anlamak ve aklı ona rehber etmek isteyen, Peygamberliğe inanmamış olur. Onunla konuşmak akıl işi değildir. (1/214)
Kâmil ve mükemmil [yetişmiş ve yetiştirebilen] bir zat ele geçerse, bütün arzuları, istekleri, onun eline bırakmalı, ölü yıkayıcının elinde, teneşirdeki ölü gibi olmalı. Ancak böyle olan kimse maksada kavuşur. (1/61)
Allahü teâlâ da, Resulü de, doğru yoldaki âlimlere tâbi olmamız gerektiğini bildiriyor. Tâbi olmak, her konuda ona itaat etmek demektir. Kendi aklına uymaya, tâbi olmak denmez. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah’a itaat edin, Resulüne ve sizden olan ülül-emre itaat edin!) [Nisa 59]
Yine Nisa suresinin 83. âyet-i kerimesinde, ülül-emre uyulması, sorulması gerektiği bildiriliyor.
Bu âyet-i kerimelerde geçen ülül-emrin âlimler demek olduğu tefsirlerde yazılıdır. Peygamber efendimiz de (Ülül-emr, fıkıh âlimleridir) buyurdu. (Darimi)
Peygamber efendimiz de, âlimleri rehber edinmemizi emrediyor. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Âlimlere tâbi olun!) [Deylemi]
(Âlimler birer kılavuz, birer rehberdir.) [İ. Neccar]
Âlime tâbi olunca, kendi görüşümüzü, kendi aklımızı bırakmamız gerekir. Kendi görüşümüzde ısrar edersek, âlime tâbi olmamızın ne önemi olur ki?