Kıyamette yaptıklarımız ortaya çıkar.
Gençken ölen bir kimse, yaptığı hatalara karşılık: “Henüz çok gençtim, hayatın tadına varamamıştım” der.
Ama
kendisine denilir ki: “Yusuf Aleyhisselam kadar genç ve güzel mi idin,
insanların nefsî ve şehevî duygularına onun kadar muhatap mı oldun?”
Öyle değil tabii ki.
Bazıları da: “Öyle fakirdim ki, geçim sıkıntısından ibadet edemedim. Eğer rızkım bol olsaydı, daha iyi kulluk ederdim.” der.
Ona da
denilir ki: “İsa Aleyhisselam kadar fakir miydin? O bir gün barınmak
için mağaraya girdi, oradaki ceylan dile gelerek: ‘Ey Allah’ın Nebisi,
Allah bu mağarayı bana mesken kıldı. Sizin mekânınız evlerinizdir.’
deyince oradan da ayrıldı.
Taşı
yastık yaptı, toprağı yatak, semayı yorgan yaptı, yattı. Lanetli şeytan
gelip ‘Ya İsa sende mi dünyaya meylettin, yastık olarak taşı
kullanıyorsun!’ deyince, o taşı da kaldırıp şeytana fırlattı ve bir
daha yastık da kullanmadı. Dünyadan ayrıldığında ondan geriye kalan bir
iğne ve bir ibrik idi. Sen bu kadar fakir miydin?”
Zenginler
huzura getirilir ve onlar da der ki: “Yarabbi sen bize o kadar çok
dünya malı verdin ki, biz bunlarla uğraşmaktan ibadet ve taate zaman
bulamadık.”
Onlara da
şöyle denir: “Siz Süleyman Aleyhisselam kadar zengin miydiniz? Ne kadar
zengin olursa olsun, sabah namazını kıldıktan sonra düşkünlerin yanına
gider, onlarla otururdu. Dünya malı ne kadar arttıysa da o bununla
meşgul olmadı.”
Mal-mülk,
zenginlik-fakirlik, güzellik-gençlik insanı eğriltmez. Eğrilik kişinin
içindedir. Bu yüzden insan bir an önce içini doğrultmaya çalışmalıdır.
Bunun için
de Mevlâna Hazretleri’nin söylediği gibi: Güzel ve kalıcı bir dövmeyle
süslenmek isteyen kişinin, dövmecinin iğnesine sabretmesi gerekir.
Kalplerimize nurun, güzelliğin nakşedilmesi de sabırladır.